Browsing by Subject "Oral literature"
Now showing 1 - 3 of 3
- Results Per Page
- Sort Options
Item Open Access Ağrıdağı Efsanesi'nden sözlü edebiyata "metinlerarası" bir yolculuk(Geleneksel Yayıncılık, 2009) Kurtuluş, M.Son yıllarda, edebiyat dışı görsel kültür ürünleri de metinlerarası çalışmaların bir parçası olarak ele alınmaktadır. Sözlü edebiyat ürünleri ise, hâlâ metinlerarasılık kuramının dışında bırakılmaktadır. Kristeva, Genette, Barthes gibi kuramcıların metinlerarası ilişkileri yazılı edebiyat ürünlerine özgü bir durum olarak incelemeleri de sözlü kültür ürünlerinin uzun bir süre bu kuramın dışında kalmasının bir sebebidir. Yaşar Kemal’in Ağrıdağı Efsanesi adlı romanında ise, metinlerarası ilişkilerin kurulmasını sağlayan ortak motiflerin tümü sözlü edebiyat ürünlerine dayanır. Bu romanda, metinlerarasılık ilişkisinin kurulmasını sağlayan yöntemin anıştırma (allusion)’ olduğu görülür. Bu çalışmada, öncelikle metinde hangi sözlü edebiyat ürünlerine gönderme yapıldığı açıklanacak, sonra bu metinlerarası motiflerin romanda nasıl bir işlevi olduğu üzerinde durulacaktır. Son olarak metne, Yaşar Kemal’in kurduğu metinlerarası ilişkilerin bu romanda çoksesliliğin oluşmasına ve çeşitli söylemlerin çarpışmasına (heteroglossia) katkıda bulunup bulunmadığı sorusu sorulacatır.Item Open Access An American, a Scot, and an Irishman at a Turkish coffeehouse: tales recounted in Ottoman coffeehouses introduced to the Western world(Archaeopress, 2024-11-28) Tokay, Melike; Aščerić-Todd, Ines; Smajić, Aid; Starkey, Janet; Starkey, PaulCyrus Adler, an American 'authority on the Semitic languages', and Allan Ramsay, a Scot, 'one of the directors of the great Tobacco Régie of Turkey', visited various coffeehouses in the years 1890 and 1891 and collected the tales they listened to during these visits in a book entitled Told in the Coffee House: Turkish Tales, published in 1898 in New York and London. In its Preface, Adler stated that, 'in the course of a number of visits to Constantinople, I became much interested in the tales that are told in the coffee houses' (Adler and Ramsay 1898: v), for they were an indispensable part of that culture and were worth preserving as they might well reflect the customs, traditions, and ways of thinking of coffeehouse customers. Sixteen years after the publication of Adler and Ramsay's book in 1898, another collection of Turkish tales was introduced to Western readers. Francis McCullagh, an Irish journalist and war correspondent, collected a more substantial volume of folktales that included those from Adler and Ramsay's earlier book of 1898. McCullagh worked on this book with Allan Ramsay, a trusted expert both on Turkish tales and coffeehouses. This new collection, entitled Tales from Turkey, was published in 1914 in London. These Turkish tales and the humour these tales preserved brought these three independent travellers together. While the reasons for their visits to Constantinople (Istanbul) had differed, their appreciation of Turkish humour and their passion for preserving Ottoman folklore were similar. Their lives intersected in these unusual cooperative ventures, uniting their names on two published books of Turkish tales. In this chapter, I review the attractive and personal stories of these travellers while also shedding light on the common element in their diverse lives that had attracted them all to Constantinople: their admiration for the Turkish tales told in its coffeehouses. © The Authors and Archaeopress 2024.Item Open Access Sözlü edebiyattan tanzimat romanına giderken ‘anlatı’, ‘anlatıcı’ ve ‘aşk olgusu’nun dönüşümü(Geleneksel Yayıncılık, 2011) Kekeç, N.Tanzimat’la birlikte ortaya çıkan Batılılaşma sendromları, toplumun her katmanında kendini gösterirken edebiyat, bu sendromla başa çıkmada işlevsel bir rol üstlenir. Anlatı’nın sözel düzlemden yazılı anlatıma geçtiği bu dönemde, Tanzimat romanı didaktik oluşuyla ön plana çıkar. Bu bağlamda, oluşum sürecinde teknik açıdan zayıflığına dikkat çekilen roman türüne, daha çok döneminin sosyo-psikolojik yapısına kaynaklık etmesi bakımından değer atfedilir. Roman türü, halk hikâyeciliğinin gelişim çizgisi dåhilinde ele alındığında ise; teknik zayıflık olarak vurgulanan hususlar, halk hikâyeciliğine özgü birer özellik olarak belirir. Hikâye anlatıcısının içgüdüsüyle hareket eden roman yazarı, okurundan ziyade “dinleyici”sine hitap etmektedir. Ahmet Mithat Efendi, Şemsedin Sami ve Namık Kemal gibi ilk dönem Tanzimat yazarları birer romancı olarak değil de; “hikâye anlatıcısı” olarak belirirler. Ayrıca ilk dönem romanlarında konu edinilen “aşk”ın da halk hikâye geleneğindeki motiflerle anlatıldığı görülmektedir. Tanzimat romanı türsel olarak batılı roman ekolüne dayanırken meselelere bakış açısı ve üstlendiği toplumsal işlev ile halk hikâye anlatı geleneğinin devamında yer alır; gerek anlatıcının tutumu, gerekse ele alınan halk edebiyatı motifleri bunu ispatlar niteliktedir. Bu bağlamda temel sorunun halk hikâyesi geleneğine göre davranan romancının /anlatıcının Batılı roman ölçütlerine göre değerlendirilmesi olduğunu söylemek mümkündür.