Sezer, Hatice2020-11-232020-11-2320181304-8864http://hdl.handle.net/11693/54540Yirminci yüzyıl Avrupa devletlerinin, yaklaşık on dördüncü yüzyıl Rönesans ve Reform hareketlerinden itibaren gerçekleşen Coğrafi Keşifler, askeri, bilimsel ve sanayi devrimleri vasıtasıyla, Aydınlanma Çağı olarak nitelendirilen on sekizinci yüzyıla değin sürekli ilerlemeci bir çizgide gelişme gösterdikleri genel kabul görmektedir. On sekizinci yüzyıl aydınlanma bilincinin “Aydınlanma Nedir?” sorusuyla sorgulanmaya ve şekillenmeye başladığı dönem olarak da adlandırılabilir. Avrupa devletlerinin belki hemen her biri kendisini böyle bir Avrupa medeniyetinin mirasçısı saymaktaydı. Fakat yirminci yüzyıl, Avrupa devletlerinin asırlardır biriktirdikleri maddi ve manevi değerleri birbirleriyle ve dünyanın diğer ülkeleriyle paylaştıkları bir çağ olarak anılmayacaktı. Yirminci yüzyılın ilk yarısı daha çok Avrupa’nın dünya sermayesini ele geçirmeye çalışan Avrupa medeniyeti mirasçılarının ‘taht kavgası’na şahit olurken, “en güçlünün hakimiyeti”ne dayalı evrimci bir düşünce, farklılıkları kendi içerisinde barındırmayı başarabilmiş her türlü düşünce ve sistemin ötesine geçerek, Avrupa’da faşist rejimlerin ortaya çıkmasına yol açmıştı.It is mostly accepted that beginning from the fourteenth century Renaissance and Reform movements and leading to the geographical discoveries, martial, scientific and industrial revolutions, and eventually to the Age of Enlightenment, the twentieth century European countries have continuously proceeded through a progressive line of development. Eighteenth century can also be named as a period where an enlightenment consciousness has started to be questioned and shaped together with the question of “What is the Enlightenment?” Almost all of these countries have considered themselves to be the heir of such a conception of European civilization. Yet, the twentieth century would not be remembered as an age when the European countries shared the moral and material values they have been building up for centuries with each other and with the world countries. The first half of the twentieth century rather witnessed the fight of the heirs of the European civilization for throne, struggling to lay hold of Europe’s world capital. Meanwhile an evolutionary idea depending on the “hegemony of the strongest” by surpassing all kinds of thought and system that succeeded in sheltering what is different, had led the way to the emergence of fascist regimes in Europe.TurkishFaşizmLiberal demokrasilerAvrupaAzınlıklarEkonomiFascismLiberal democraciesEuropeMinoritiesEconomyYirmi birinci yüzyıl Avrupa’sının demokratik değerlerle sınavıTwenty first century Europe’s test with the democratic valuesArticle